Yoğun geçen bir günün yorgunluğu ve stresini en iyi şekilde atmak için kesin ve kesin bir tek yol vardır. Evde yenilecek akşam yemeğinden sonra kendini koltuğa gömüp ayakları televizyon hizasına uzatıp yayılmak. Fakat sevgilinizden gelecek olan alternatif istek ve teklifler doğrultusunda kendinizi bir anda sokak gezmelerinde bulabilirsiniz. Bu tür gezmeler yorgunluğunuzu 2 katına çıkarttığı gibi, hem bedeninize hem de cüzdanınıza yansıması nedeniyle çokta sevimli değildirler.
İşten eve zar zor döndürdüğüm bedenimi evin kapısından içeri atıp derin bir oh çekmeye hazırlanırken, mutfaktan gelmeyen kokular ile şüphelenmeye başladım. Acaba doğalgaz mı kesik ? sevgilim yemek yapmadı mı ? acaba dünden kalan yemeklerimi ısıtacağız ? yada en kötüsü…
Dışarıda mı yiyeceğiz ! ? “Sevgilim ben geldim” diye içeri seslendiğimde karşıma tüm makyajı ve
dekoltesiyle sevgilim çıktı. “Hayrola aşkım nereye gidiyorsun akşam akşam ?” Soruma kızgın gözler ve gayet burberry kokan teniyle “Eee artık bu akşam da dışarıda yiyelim, kaç haftadır bir yere gittiğimiz yok” cevabını veren sevgilimin karşısında matrix gibi kıvrak olmak adına son hamlemle saldırıyorum. “Ama aşkım çok yorgunum, zaten daha geçenlerde şu ileride kahve içmeye gitmedik mi, hafta sonu gitsek ?” önerime “O kahve içtiğimiz yer kapanalı 3 hafta oldu hatta yerine eczane açıldı.” Cevabını yapıştırdı. Kaçacak yerim yoktu, ne olursa olsun bir yerlerde bir şeyler yenecek ve ardından da kahve içmeye bir yere gidilecekti. Hemen kafamda en ucuz yolla kurtulabileceğim restaurantlar listesi çıktı ama sevgilim benden önce davranıp leventteki bir restauranttan yer ayırtmıştı bile. Hadi ya, her gece magazin programlarına çıkan restaurant mı ? Eyvahhh…Sevgilimin “Aşkım zaten ben çoktan beri merak ediyordum hem görmüş oluruz” önerisine içimden “Çok merak ediyorsan git bak, beni neden sürüklüyorsun” demek isterdim. Bir banyo yapıyorum ve soluğu restaurantta alıyoruz. Kapıda karşılanıp masamıza oturduğumuzda nasıl bir belaya bulaştığımı anlıyorum. Mönü geliyor. Sanırım restaurant diye kuyumcuya geldik, çünkü fiyatlar hiçte yenilecek gibi değil. Garson geliyor ve listedeki “somon üstüne yatırılmış sonra hardal sosuna batırılmış ardından marine edilmiş sebzelerle oxforda eğitime gönderilmiş dana rosto istiyorum…anlaşılan bu kadar detaya para alıyorlar. Zaten hiç anlamam bir mönüde neden bu kadar detay var. Sonuçta gelecek olanı biliyorum, 1 porsiyon köftenin yanında bir sürü sebze. Sevgilim de siparişini veriyor ve restaurantla ilgili konuşmaya başlıyor. Bu restoran her şeyi feng shuiye göre düzenlenmiş. “O zaman hesaba da feng shui ortak olsun” dediğimde, “zaten senin anlamanı beklemiyordum” cevabı geliyor. Yemeklerimiz geliyor ve doymuyorum. Ardından tatlılarımız geliyor ve doymuyorum. Ardından 4 bardak su içiyorum. Yine doymuyorum. Hesap geliyor ve yediklerim mideme oturuyor. “Hangi kredi kartına kaç taksit yapıyorsunuz” diye şaka yaptığım garsondan hiç tepki gelmiyor. Kredi kartlarımı ninja yıldızı gibi garsona fırlatıp oradan uzaklaşmak istiyorum. “Aşkım istersen ben de yardım edeyim” önerisi sunan sevgilime sadece bakıyorum. Hesabı ödüyoruz ve arabamızın gelmesini bekliyoruz. Arabayı getiren valeye bahşiş veriyorum ama garaj ücretinin 20 ytl olduğunu söylüyor. “Arabayla o kadar tur attın ben senden para istiyor muyum” diyerek pişkinliğe vurup arabaya atlıyoruz. “Aşkım kahveleri de ben ısmarlayayım” diyen sevgilime “ne kahvesi be artık eve dönelim” demek yerine “yok aşkım saçmalama, kahveleri nerede içiyoruz ?” Sorusunu yöneltmemle kendimizi bebekte buluyoruz. Çok lüks bir cafe de kahvelerimizi söylüyoruz, yanında alengirli çubuklar ve kuru pastalar geliyor. Ama hepsi tadımlık, biraz daha istesem başıma gelecekleri biliyorum ve istemiyorum. İki kahve ve alengirli detaylar içinde 50 ytl ödeyip evimize dönüyoruz.
