14 Haziran 2012 Perşembe

Bebekte 3-5 tur atarım...


Ne guzel soylemis sanatci sarkisinda, "sevgilimi koluma takarim / bebekte üç beş tur atarim"...iyide sonra ne yaparsin onu da soyleseydin de bizde salak gibi sevgilmizi kolumuza takip, bebek festivaline gitme gafletinde bulunmasaydik !

Pazar sabahlarini cok severim. Erken kalkmama gerek olmamasina rağmen, sabahın köründe ayağa dikilirim ve ev halkinin kalkip bir an önce kahvalti hazırlamasını beklerim. Cumartesi gecesi yatağıma uzanırken de, aynı düşünceler icindeydim, ta ki sevgilimin durtmeleri ile uyanincaya kadar. Sabah 10 gibi sevgilimin dürtmeleri ve yangın sireni kivaminda ki, 1 uzun 1 kisa uyarisi ile uyandim;"Aşşkkııııımmmm....aşkım...Aşşkkııııımmmm....aşkım... Sevgilimin bu uyarisi bir yerden sonra ninni gibi geldigi icin bu seferde hafiften darp uygulamaya basladi;"eee askim hadi kalk ama, bebek festivaline gidelim". “Hay Allahım ya, ne işimiz var bebek festivalinde, Etilerden aşşaa bebek festivali” diyesim vardı ama diyemeden usulca yataktan kalktım. Beni bekleyen mükellef kahvaltı masası da başıma gelecekleri bir anlığına unutmam için hazırlanmış gibiydi.

Kahvaltımı edip, salon koltuğuna uzanmak isterken, tepemden bakan 2 rimel dolusu gözle karşı karşıya gelip, ruj dolusu dudaklardan şunu işitiyorum; “Bebek Festivaline gidilecek, uyuma şimdi”. “yahu bir Pazar sabahım var, onu da trafikte geçirmeyelim...hem bebekte arabayı nereye çekeceğiz” soruma, “ya kenarda bir yere çekeriz” cevabını alıyorum. Bebek...kenar bir yer...otopark...araba için boş yer...hepsini aynı cümlede kullanınca bile ne kadar saçma iken sevgilim buna inanmış halde çıkmamızı bekliyordu. Atladık arabamıza ve yıldırım hızıyla önce zincirlikuyu ardından etiler trafiğine takıldık. Sevgilim yinede halinden memnun bir şekilde radyo kanallarını karıştırmaktaydı. Neyse arnavutköy civarında arabayı bir yere park edip bebeğe yürüme fikrime, “ya bu sıcakta nasıl yürüycezz” karşılığı alıyorum. “Bu sıcakta bebekte ne işimiz var hee” diyesim var ama sabır diyorum. Arabayla bebek civarına yaklaştıkça burnuma tiki kokuları geliyor ve bir bakıyorum ki solumda kırıntı ve midpointin önünde bolca tiki kardeşlerden var. Taktıkları gözlüklerle solar panel olabilecek ablalar, kollarındaki saati gözüme gözüme sokmak isteyen abilerin mekanı bebeğe, hoş gelmiştik. Tabi bu gözlemi yaparken tahmin ettiğiniz gibi trafikteydim. Sevgilim, sürekli sağa sola bakınıp boş yer arayışındayken ben ise “bu karmaşayla mı beni sınıyorsun yarabbim” sorgulamasındaydım.

Bebek Festivalinin yapıldığı alanın önünden geçiyoruz. Alan insan kaynıyor.  Bacalardan çıkan dumanlarda bu kalabalığa eklenince, buyrun GS-FB derbisine kıvamında bir ortam. Tabiki bu zaman zarfında da hala arabamıza yer arıyoruz. ,İspark’a ait bir alanın önünde takriben 25 dakika bekledikten sonra, içeriden gelen görevli “yerimiz yok abicim” dedi. İşte o anda insanlar nasıl 3. Sayfaya haber olup, flash tv de konulu dizilere konu başlığı oluyor anladım. Sinir katsayım yükseldikçe, sevgilim önerilerime daha çok uymaya başladı. Bebek badem ezmecisinin vitrine doğru ani bir dönüş yapıp ters istikamete doğru gitmeye başlıyoruz. Bu arada Lucca nın önünde bekleyen şuursuz kalabalığı hürmetle selamlıyorum (yolun ortasında durup sohbet eden adamı nasıl selamlayabilirim ki).

Bebek Festivaline gitmek başlı başına bir festivale dönüşmüşken ve biz arabadan inmeden dayak yemiş gibi olmuşken, soluğu Etilere çıkan akmerkez yokuşunun orada bir çay bahçesinde alıyoruz. Karşımda İstanbul boğazı, yanımda festival mağduru sevgilim, elimde de lipton ice tea (eee tiki olucaz o kadar)...ohhh be, esas festival burada vatandaş, geeellll...